Bütün canlılar hayatta kalma, soyunu devam ettirme, hemostatik dengesini koruma ve haz alma/acıdan kaçınma gibi temel güdülere sahiptirler. Bunların hiç birisini yapmak için bir beyne veya bilince ihtiyaçları olmaz. Bu sebeple yaşam gayelerini güdüleri oluşturur.
İnsanlığın evriminde ise çok yakın bir zamanda bilinç oluşmuştur. Bilincin oluşması için kimlik, deneyim ve gelecek beklentisi olması gerekir. Tüm memeliler gibi insan da beyinciği vasıtasıyla birçok deneyimi depolayabilir ve ona göre aksiyon gösterebilir, hatta gelecek ile ilgili planlar kurabilirler. Ancak, tüm memelilerin öz benliğinin akılda nasıl oluştuğu konusu hala tartışmalıdır. Bir teoriye göre, benlik; ilk benlik, çekirdek benlik ve otobiyografik benlik olarak ayrılır. İlk benlik, beyincikte oluştuğu ve otomatik reaksiyonlara bağlı oluğu için özellikle hayvanların hepsinde var olduğu öne sürülmektedir. Çekirdek benlik ise kendinin ve başkalarının farkına varmayla tanımlanabilir. Otobiyografik benlik kendisi ve etrafıyla ilgili algılarının beyinde hatırlandığı, hikayeleştiği ve gelecekle ilgili tahminlere dönüştüğü benliktir. Bu benlik, insanda var olduğunu bildiğimiz ama bir türlü ispatlayamadığımız bilincin temel taşıdır.
Bilincin ortaya çıkması, daha önce güdülerle yönlendirdiğimiz davranışlarımızın dışında aktarılan deneyim ve bilgiyi işleyerek, yeni davranışlar geliştirilebilmesini sağladı. Hatta, daha önce deneyimlemediği şeyleri merak etmesine ve keşfetmesine sebep oldu. Güdülere bağlı davranışlar vücudun kodlarında bulunduğu için otomatiktir. Örneğin, kalbimizin atışını bilincimiz kontrol etmez, karnımızın acıkması kanımızdaki şeker seviyesinin düşmesiyle salgılanan hormonlar vasıtasıyla otomatik olarak hissedilir. Bilinçli davranışlar ise, çok benzer bir mekanizmayı kullanmak suretiyle otomatik olarak yapılamayan davranışlardır.
Gün içerisinde bilinçli olarak aldığınız kararları ve davranışlarımızı kısaca bir gözden geçirin. Kaç karar aldınız ve kaç davranış gösterdiniz? Neredeyse sayılmayacak kadar çok. Bu kadar çok davranışı ve kararı verebilecek bir bilincimizin olduğunu düşünürsek, bilincimizin sayısız hedef üretmek zorunda olduğunu da varsayabiliriz. Sırf 24 saat içerisinde bu kadar çok hedefin bilinçli olarak yönetilmesi, bunların deneyim haline döndürülmesi daha sonra da gelecek hedefler için kullanılması muhteşem bir kaos yaratır. Böyle bir beynin içerisine neredeyse 24 saatte bir evren sığar. Böyle bir kaosun ve enformasyon yoğunluğunun bir çok insanı çeşitli psikolojik zorluklara soktuğunu biliyoruz.
Beynin karar verirken ve davranışları yönlendirirken, kaosa ve belirsizliğe düşmemesinin en önemli iki nedeninden birisi, bilinçli davranışların bir yörüngeye oturtmasıdır. Kısacası, her aldığımız kararın ve davranışın hedefinin ayrı ayrı nedenleri olabilse bile, bunlar ortak bir yörüngede hareket ederler. Bu yörünge, insanın gayesidir.
İnsan gayesini kaybederse, tıpkı yörüngesini kaybetmiş bir gezegen gibi yok olur. Gayesi olmayan bir çok kişinin depresyona girdiğini araştırmalar göstermektedir. Bu gaye, bazen dini ve spirituel olabileceği gibi bazen altruisitik veya maddi olabilir. Önemli olan, insanın hayatındaki kayda değer kararları bu gayenin yörüngesinden çıkmadan almasıdır. Gayesi olan insanlar, hayatta daha dayanıklı, kendini gerçekleştirmeye daha yakın olurlar.