Hepimiz pandemi yorgunuyuz; bir kısmımız hiç bitmeyeceğine inanıyor, iyimserler yazın biteceğini umuyor. Çok zor günler geçirenler var ve umarım bir an önce kurtuluruz. Ama hepimiz biliyoruz ki pandemi bitse de sorunlarımız bitmeyecek.
Kurumların pandemi sonrası karşılaşacakları birçok sorundan en önemlilerini sıralayacak olursak:
- Müşteri davranışlarında değişim
- Çalışanların beklentilerinde ve işyerlerindeki değişim
- İşsizlik, başta olmak üzere sosyal sorunlar
- Jeopolitik riskler
- Ertelenen talebin ve olağanüstü borç stokunun yaratacağı ekonomik sorunlar
- Artan, dijital ve otomasyon yatırımları
- Yeni duruma uygun eleman ve yetenek arzı yetersizliği
- Medyanın neredeyse tamamının dijitalleşmesi sonucu potansiyel müşterilere ulaşma zorluğu
- Yeni globalleşme dönemine ayak uydurma
- Politik konumlandırma
Bu sorunların birbirlerini de tetikleyeceğini göz önünden alırsak 4 yıl önce StratejiCo.’nun dile getirdiği “VUCA (Volality, Uncertainty, Complexity and Ambiguity) ” döneminin bir süre daha devam edeceğini öngörebiliriz. Tabii ki nelerin olacağını önden bilmek mümkün değil. Ancak olmaya başlayanları görmek için kâhin olmaya gerek yok. Uzay, biyoloji, yapay zekâ, robotik ve tarımsal teknolojiler yepyeni boyutlar açacak. Sağlık, eğitim, tıp, insanların yaşamlarını değiştirecek. İnşaat, madencilik, malzeme sektörleri dönüşecek. Finans zaten kendine çıkış arıyor. Hukuk ve politika başta olmak üzere tüm ulusal ve uluslarası kurumların ise yeniden yapılanacağını tahmin etmek güç değil.
Fakat, güç olan “nasıl” olacağını öngörmek ve doğru yolda olmak.
Nasıl olacağını anlamak kahinlikten zor. Pandemiyi örnek alalım. Dünyayı sarsacak bir salgının olabileceğini birçok kişi ve kuruluş biliyordu. Hatta bu konuda sayıca kitap ve film bile üretildi. Ama kimse, Çin’in Wuhan bölgesinde, hiç tanımadığımız ve sürekli mutasyona uğrayacak, bu kadar hızla yayılacak ve tüm Dünya’yı bu kadar uzun süre etkileyecek bir virüs çıkacağını tahmin edemezdi.
Fakat tahmin etmekten ziyade, önemli ve olanaklı olan, ekstrem durumların gerçekleşme olasılığı az bile olsa, bu durumlara hazırlıklı olmaktı. Nitekim, daha ilk aşılar iki Türk bilim insanının Almanya’da pandeminin çok daha öncesinden beri gerçekleştirdiği araştırmalar sonucu ortaya çıktı. Bu aşının özelliği ise, bulan kuruluşun, aşıların çoğunlukla üretildiği yöntemden farklı bir yöntem üzerine halihazırda çalışıyor olmasıydı. Bizdeki doktor sayısının ve kalitesinin, Almanya’daki Türk doktor sayısından fazla ve daha kaliteli olduğunu biliyoruz.
Peki aşı neden Türkiye’de bulunmadı da Almanya’da bulundu?
Nedenini hepimiz tahmin ediyordur. Üflemeyle, gazla bu işler olmuyor! Önce bilim ve teknoloji alanında, sonra ticari alanda yatırım yapmak gerekiyor. 1990’larda tamamen dağılmış, bilim insanlarını yurt dışına kaçırmış Rusya ile aynı yıllarda dışa açılıp gelişmeye daha yeni başlamış Çin, aşı yapıp bize, Türkiye’ye sattı. Amerika’yı hiç saymıyorum bile.
Demek ki olma olasılığı daha az, ekstrem koşulların sonucunda geri dönüşü olacak olan bir alana yatırım, ekstrem koşulların nasıl gerçekleşeceği öngörülemese bile uzun vadede ticari bir sonuç doğurabilir ve bu tüm kısa dönemli kazançların toplamından fazla olabilir. Tarihte de böyle olmuştur. Gelecekte de böyle olacak.
Gelişmiş ülkelerde IT yatırımları 1900’lerin başlarında bilimsel çalışmalarla başladı. Kimse “kişisel bilgisayar”ın veya “internet”in Dünya’yı nasıl etkileyeceğini tahmin edemedi. 1980’lerde şirketlerin ortaya çıkışlarıyla kullanılabilir teknolojilere dönüştü. Bugün, dünyanın tepesinde 5 teknoloji şirketi oturuyor.
Şimdi tarihte yeni bir kitap yazılıyor. Tüm ülkeler ve kurumlar bu kitabın sayfalarına yazacak. Buna devlet, sivil toplum ve özel sektör de dahil. Bu sayfalar ise, yukarıda on başlık altında topladığımız faktörlere karşı, nelerin yapılması gerektiği ve nelerin yapılmaması gerektiği üzerine deneme ve yanılma ile ortaya çıkacak. Deneme yanılma ile, çünkü “nasıl”ı kimse bilmiyor. Tıpkı Pandeminin başında maske takmanın gerekli olup olmadığını bilmememiz gibi.
Yukarıda belirttiğim endüstri alanlarındaki gelişmeler için bilim ve teknolojinin hazırlayacağı ürünlerle yeni rekabet alanları açılacak. Bunları artık hepimiz öngörebiliyoruz. Öngöremediğimiz kısım ise bu altyapısal gelişmelerin üst yapısının nasıl oluşacağı. Örneğin patent yasası, aşıların buluş sahiplerinin faydasını korumaya devam edecek mi? Yoksa tüm dünyanın faydasına sunulacak mı? Uluslarası sorunları çözmekte BM ve DSÖ gibi örgütlerin ne kadar başarısız olduklarını biliyoruz. Yeni bir uluslararası kurumsal yönetim şekilenecek mi? Dünya’da totaliter rejimlerle, demokratik rejimlerin savaş olasılığına karşı önlem alınacak mı? Zengin ile fakirin arası açılmaya devam edecek mi? İşte bu sorular hepimizi fazlasıyla ilgilendiriyor. Bir pandeminin tüm insanlığı ve bizi ne kadar sarstığını gördük. Bir dünya savaşının ne kadar sarsabileceğini düşünebiliyor musunuz?
İyi bir kurumsal yönetimin gayesi kararların adil, şeffaf, hesap verilebilir ve sorumlu olmasını sağlamaktır. Sadece sahiplerine değil başta müşteriler ve çalışanları olmak üzere yerel, ulusal ve uluslarası topluma değer üretmesidir. Bu özel sektör, devlet ve sivil toplumun tüm liderlerinin ve kurumlarının sorumluluğudur.
Eğer bir sonraki aşının veya teknolojinin, Dünya’ya büyük etki sağlayacak herhangi bir buluşun ülkemizden çıkmasını istiyorsak, olası bir dünya savaşından daha minimal bir yarayla kurtulmak istiyorsak, bu ana gaye ve ilkeler ışığında yeniden yapılanmalıyız. Yalnızca devlet değil, her kurum başta gayesini, yeni dünyadaki varlık nedenini ve değerlerini sorgulamalıdır. Bunu gerçekleştiren kurumlar yeni kitabın sayfalarında yazılmaya hak kazanacaklardır. Gerçekleştirmeyeler ise tarihin eski fasiküllerinde yok olacaklardır.
[…] Bilime sahip çıkmanın veya çıkabilmenin de bazı gereklilikleri var, onları ise bu yazımda anlattım. […]