Yıl 1990. Henüz 31 yaşındayım. Heyecan içinde Harbiye Ordu Evi’nin merdivenlerini tırmanıyorum. Asansör çalışmıyor. Beş katı rüzgar gibi çıkıp Türkiye’nin yeni Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın çalışma odasına girdim. Kucağımda o zamanların en iyi bilgisayarlarından “Tandy” var. Hakikaten kucağımda çünkü en az 15 kilo ve kutusu bir metre kare. Daha küçüğü yok.
“Gel bakalım, epey yorulmuşsun. Onu buraya kur.” dedi.
Gösterdiği yer kendi çalışma masasıydı. Kurdum ve anlatmaya başladım. Elimdeki rapor, Aralık 1989 tarihli. Adı “Polimetre – Türkiye’nin Nabzı”. Aylık olarak, o zamanki adıyla “Strateji-Mori” olan StratejiCo.’nun 10 yıl boyunca sürdürdüğü araştırma.
Genel sonuçlardan sonra kendisinin sorduğu soruların cevaplarına geldik. O zamanın bombası üç soru:
- 141-142’nin kaldırılsın mı? (1940’lar faşist İtalya’sının ceza yasasından alınan solcu ve liberalleri sorgusuz hapse yollayan yasa)
- Türban serbest bırakılsın mı? (yıl 1989-90 dikkatinizi çekerim)
- Ülkemizde bir Kürt sorunu var mı? (Kürt kelimesini kullanmak bile yasaktı)
Dikkatle dinledi sonra omzuma kolunu attı. Şimdi bak senden istediğim şu grubu seçmen;
- 20-35 yaşlarında
- Lise ve üstü mevzunu
- Evli
Allahtan, kullandığım program o zamana göre çok özeldi. Stanford Üniversitesi’nde geliştirilmişti. Hemen grubu seçtim ve tek tek tüm sonuçların üzerinden geçtik.
“Bu geleceğin kuşağı.” dedi. “Bu kuşağı iyi yetiştirirsek dünyayı yakalarız.”
Daha sonraları da bu analizleri takip etti. Sonuçları merak ediyor olabilirsiniz. 141-142, o yıl ceza yasasından çıkarıldı. Türban için erken olduğuna ama bu kuşağın bu sorunu çözeceğine inandığını söyledi. Kürt sorununun daha iyi anlaşılması için yeni bir araştırma istedi.
O kuşak daha sonra konuştuğumuz “milenyum” kuşağı oldu. Türban kaldırıldı, mecliste bir Kürt temsilcisi parti var. Özal’ın politikalarını benimsemedim. Ama vizyoner bir lider ve çağdaş politikacı olarak ondan çok şey öğrendim.
Özal’dan sonra koalisyonlar geldi ve sonunda Tayyip Erdoğan 20 yıldır iktidarda. Erdoğan Özal’dan çok farklı bir lider. Vizyoner değil misyoner. Yani bir dava adamı. Onun için her şeyden önce teşkilat geliyor. 15 Şubat 2021’de yaptığı parti kongresi tüm pandemi tehlikesine rağmen hınca hınç doldurulmuştu. Çünkü “dava”sını tehdit eden daha çok faktör olduğunu, oylarının düştüğünü ve kendisinin toplulukları eskisi gibi harekete geçiremediğini fark etti. Ona da sık sık kamuoyu araştırmaları geliyor. Özal geleceğe bakarken, o bugüne bakıyor.
Misyoner bir liderle, vizyoner bir lider arasındaki farkları şu şekilde sıralayabiliriz:
- Misyoner, davasına biat etmeyen kişileri davasının köstekleri olarak görür. Vizyoner lider ise gelecekte yardımı olacak ve kabiliyetli insanları destek olarak görür.
- Misyoner lider yanından ayrılan herkesi davaya ihanet etmiş olarak görür. Vizyoner ise vizyonunu paylaşmayanları değişimi desteklememekle suçlar.
- Misyoner lider davasının destekçilerine bir kimlik ve güç verir. Vizyoner lider ülkeye umut ve girişkenlik ruhu aşılar.
- Misyoner liderler davasının hep yaşayacağına inanır. Bu yüzden gücünü kaybetmesi en büyük korkusudur. Vizyoner liderler ise vizyonun bir zaman boyuna bağlı olduğunu kavrayamazlar. Eskimediklerini düşünürler.
Peki başka türlü bir liderlik var mı? Var ve yeni yeni ortaya çıkıyor. Bu liderlik tarzı gaye odaklı liderlik. Bu liderlere de “bilge lider” diyorum. Bu liderlerin en önemli vaatleri insanların hayatlarına anlam katmak. Pandemiden sonra iyi gelmez mi?
Gaye odaklı olmanın anlamı ile ilgili yazımı burada bulabilirsiniz.