Kadın 30’lu yaşlarında, sade bir görüntüsü var. Berrak bir sesle tane tane anlatıyor. Sıkıcı değil, melodik. Düşüncelerini derli toplu ve beni konudan kopartmadan dile getiriyor. Detaylara fazla dalmıyor. Doğal bir görüşmeci yeteneği var. İş başvurusunda beş kişilik kısa listeye kalmış.
Araya giriyorum. “Evlisiniz, çocuğunuz var ve çok iyi bir eğitiminiz var. Peki niye çalışmak istiyorsunuz?”
“Burada mı, yoksa genel olarak mı?”
“Genel olarak.”
Biraz şaşırdığını fark ediyorum. Kızarıyor. “Ben herkesin çalışması gerektiğini düşünüyorum.” diyor. “Neden?”
Duraksıyor, belli ki niyetimi anlamaya çalışıyor. Tekrarlıyorum, “Yani, çalışmak sizin için neden önemli?”
Aynı sakinliği koruyamıyor, bu sefer heyecanlı. Öne eğilerek cevap veriyor.
“Peki. Öncelikle herkes kendi ayakları üzerinde durmalı. Bu ilişkilerde de sağlıklı bir bağ kurmanın yolu. Ayrıca yeteneğin israf edilmesi bence en büyük günah. Senelerce en iyi okullarda okuyan, çok yetenekli birçok arkadaşım çalışmıyor ve ev kadını. Bunu anlayamıyorum.”
“Yani hayattaki gayeniz yaptığınız yatırımın karşılığını almak mı?”
“Karşılığını vermek.” diyor.
Gerisini sormadan teşekkür ediyorum ve ne zaman başlayabileceğini soruyorum.
“Başladım zaten.” diyor.
35 yıl yüzlerce iş görüşmesi yaptım. Herkesle görüşmeye çalışırım. Hepsinden bir şey öğrenirim. Ama ismini vermeyeceğim bu iş kadını nadir erken karar verdiğim mülakatlardan biriydi. Bugün uluslararası bir firmada yurt dışında çalışıyor.
Gayesi olan insanların bazısı kendini merkeze koyar. Onlar için ne alacakları önemlidir. Hayattan ve etrafındakilerden hep bir şeyler beklerler. Gayesini ne alabilecekleri üzerine inşa edenler kaygılıdır. Aldıklarıyla tatmin olmazlar. İstediklerini elde edemeyeceklerini düşündüklerinde ilişkilerinin ve işlerinin bir anlamı kalmaz. Bazıları umutlarını kaybeder ve depresyona bile girebilirler. Bazıları ise saldırganlaşır etrafına negatif enerji verir. Bazıları içinse gaye, ne verdikleridir.
Gayesi vermek üzerine kurulu insanlarda ise, kaynak kendileridir. Kime, ne kadar ve ne zaman vereceklerine kendileri karar verir. Küçük bir yardım bile onlara, kendilerini gerçekleştirmeleri için yeterli pozitif enerjiyi verir. Bu değer döngüsüdür. Gayesi almak üzerine olanlar başaramadıklarında enerjileri azalır, bu bir kısır döngüdür. Her bir girişim biraz daha tüketir onları. Değersizleşirler.
Kurumlar da böyledir. Nerede geriye gitmeye başlayan bir kurum görürseniz anlayın ki onların temel gayeleri vermek değil almaktır. Müşterisine en iyi hizmeti vermek, çalışanlarına, paydaşlarına ve topluma değer vermek…Bu kurumlar sadece daha başarılı olmakla kalma, çok başarılı olurlar.
Siz hangisinde çalışmak veya hangisinden alışveriş yapmak istersiniz? Hangisinin hissesini uzun vadeli elinizde tutarsınız? Bilim giderek konunun sadece almak olmadığını, başarıyı; pazar payı, kar, EBİTDA gibi metriklerle değerlendirenlerin döneminin geçtiğini gösteriyor.
Yeni stratejiler, gayenin yön göstermesiyle oluşuyor.
Yapı, fonksiyon ve süreçlerimiz buna göre değişiyor.
En önemlisi yeni bir kültür doğuyor.
Bir anlamda pandemi belki de bir felaket değil bir müjde.
Yeni bir çağın doğumu.
Çok şey göreceğiz ve öğreneceğiz. Güzel günler.