Odaya girdim. Karşımda bir mahkeme salonunu andıran uzun bir masada 5 kişi oturuyor. Bu kişilerin ortasında o zamanki Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu Başkanı Üstün Ergüder Hoca. Yanında her zaman öğrencilerinin arkasında olan Öğrenci İşleri Dekanı Prof. Dr. Mustafa Dilber. Bir diğer yanda dahi ekonomistlerden Prof. Dr. Murat Sertel. Ayrıca İstanbul Emniyet Amiri, kardeşi ve adını dahi hatırlamadığım bir hoca daha. Çok iyi hazırlanmış olsam da içimde bir kızgınlık, kaygı…
…
Birkaç gün öncesine gidelim. Okulda Boğaziçi Kültür Derneği (BKD) altında örgütlenmiş sol gruplar, taraftar öğrenci temsilcilerinin yönetime alınması için bir dizi eylem kararı almış. Eylemler boykota kadar gidebilecek forumlar, bildiri dağıtmalar vs. İlk defa CHP gençliği de bu tür bir eyleme katılma kararı almış. Başlarında benim grubumun da desteklediği Enis Berberoğlu var.
Bir de okulda kuvvetli bir Doğu Perinçek taraftarları grubu var. Onlar BKD’ye katılmıyorlar. Başlarında AFS’den arkadaşım Adnan Akfırat (hala arkadaşım). Bu grup kimseden habersiz, öğrencilere eylemlere katılmama bildirisi dağıtmaya başladı. Tam 1. Yurdun önünde bir arbede yaşandı. Eylemi örgütleyenlerle Perinçek grubu arasında önce ağız atışması, sonra itip kakma birden kavgaya dönüştü. Ben de tam karışmak üzereyken oda arkadaşım Kör Emin’i (Emin Demirci) kavganın ortasında gördüm. Elinde sopası; bir o yana, bir bu yana dolanıyordu. Korkmuştu. Hemen yanına koştum. Koluma takıldı hızla yurda doğru koştuk. Odaya sokup geri dönecektim. O sırada yurdun üst katlarından birileri bize doğru taş atmaya başladı. Anlaşılan o ki, Perinçekciler hazırlıklı gelmişti. Taşlardan biri bana, biri Emin’e geldi. Bende yerden bir taş alıp attım. Pencereyi kırdı. Boşluktan yararlanıp Emin’i yukarı çıkardım. Tabii ki tekrar aşağı indim.
Kavgadan birkaç gün sonra bir disiplin komisyonu kurulduğunu ve yargılanacağımızı bildirdiler. BKD grubu olarak toplandık. Toplam 14 kişi disipline sevk edilmişti. Bizim gruptan (İGD – İlerici Gençler Derneği) iki kişi vardı. Konuşuldu, gerçekleri, olayın şiddetsiz eyleme karşı bir Perinçek grubu provokasyonu olduğunu anlatma kararı alındı.
…
Şimdi gelelim o odada ne oldu.
Çok iyi hazırlanmış olsam da içimde bir kızgınlık, kaygı ile içeri girdim. Komisyon başkanı Prof. Dr. Üstün Ergüder Hoca, annemin arkadaşı. Annem de ODTÜ YDY Başkanı. Mustafa Hoca ve Murat Hoca çok sevdiğim hocalarım. Üstün Hoca suçlamaları okudu. Çoğu, Perinçek taraftarlarının şikayetlerinden oluşuyordu. Bir de taş atığımı gören bir personel vardı. Dinledim ve soğukkanlı bir şekilde olayı anlattım. Taş atma meselesini kabul ettim. Ama diğerleri zırva suçlamalardı. Yine de karar alındığı gibi reddetmedim.
Bilin bakalım ne oldu?
Ben ve grubumuzdan arkadaşım Rauf Uluç 15 gün uzaklaştırma aldık. Diğerlerinin hiçbirine ceza verilmedi. İçeri girince hepsi olayları reddetmişti.
Bundan sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Önce Üstün hoca beni çağırdı. Neden ceza verdiklerini anlattı. Sonra geçmişte idealleri uğruna benzer ve daha ağır durumlarda kalmış öğrencilerden örnekler verdi. “Bir kısmı çok başarılı insanlar oldu, kimisi de kayboldu gitti. Sen başarılı olacakların arasındasın çünkü hem etik davrandın hem de yapılanın (kavgayı kastediyordu) yarar değil zarar getirdiğini anladın.” Ben ona yapılan eylemin haklı, provokasyona gelmenin yanlış olduğunu söylemiştim. Çünkü sonuçta demokratik bir istek çöpe gitmişti.
Arkasından Prof. Dr. Murat Sertel çağırdı. Çok üst düzeyde matematiksel ekonomi öğretirdi. Beni dinledi sonra dedi ki, “Ben derste senin savunduğun fikirlerin bilimsel analizlerini ve sonuçlarını anlatıyorum. Derse gelmeni istiyorum ve gözüm üzerinde olacak. Ne zaman sıkışırsan gel konuşalım.”
Derse girdim, yanımda arkadaşım Prof. Dr. Fikret Adaman oturuyor. Daha o zamandan çok parlak bir akademisyen ve bilim adamı olacağı belliydi. Tahtaya baktım ve Fikret’e döndüm, “Bu tahtadaki karınca duasına benzeyen formül ne?” dedim. “Şaka mı yapıyorsun?” dedi. “Yok anlayamadım formülü.” dedim. Daha önceki derslere girmediğim için neyi ifade ettiğini bilmiyordum. Fikret güldü, “Marksist bölüşüm teorisinin ispatı.” dedi. Utandım. Daha sonra rahmetli hocamızın en iyi öğrencilerinden biri oldum.
En son 12 Eylül’ü takip eden günlerde okul yeni açılmıştı. Okula gelirken Prof. Dr. Mustafa Dilber Hocamı yanında iki jandarma ile gördüm. Elinde piposu uzaktan gelenleri gözetliyordu. Beni gördü, “uzaklaş!“ türünden bir el işareti yaptı. Hemen geri döndüm.
Bir yıl okula gidemedim. 12 Eylül’de ilk başta okula giden solcu öğrencileri tutukladılar. Bir kısmı neredeyse bir yıl boyunca tutuklu kaldı. Üstelik aileleri aylarca haber alamadı. Cezamdan dolayı listenin başında ben vardım.
Bugün Boğaziçi eyleminin en önemli destekçilerinden biri Prof. Dr. Üstün Ergüder oldu. Onun ve bahsettiğim hocalarımızın yetiştirdiği bilim adamları, o zaman yaşadıkları deneyimler sayesinde bugün çok daha kötü sonuçlanabilecek bir eylemi provokasyonlara kapılmadan yasal ve toplumsal meşruiyet zemininde sürdürüyorlar. Başarılı da olacaklar.
Tarih olayların benzerliği bakımından tekerrür edebilir ama sonuçları farklı olur.
İş dünyasının liderlerinin de bu hikâyeden çıkarabileceği çok ders var. Bilge liderler, lider yetiştirirler, yalaka veya yaltakçı değil.
Hepimiz o güzel ve bilge insanlara çok şey borçluyuz. Boğaziçi’ne destek vererek borcumuzu ödeyelim.